Değerli okurlarım,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, uzun süredir tarih araştırmacılığı yapıyor ve kitaplar yazıyor. Son eseri olan “Lider Güç Strateji” geçen Mart ayında okurlarıyla buluştu. Böylece 17. kitabı yayımlanmış oldu. Eser çok ilginç konular içeriyor.
Sayın Başbuğ ile bugünkü söyleşimizde “Liderler neden rasyonel kararlardan, eylemlerden saparlar?” sorusuna cevap aramak istiyorum.
Zira liderlerin kararlarını kaliteli maliyet-fayda analizine dayandırması beklenir. Ancak bazen liderlerin maliyet-fayda analizi ile karar vermeleri mümkünken, bu doğrultuda karar almadıkları da görülebiliyor.
Uğur Dündar’ın sorularını İlker Başbuğ yanıtladı.
UĞUR DÜNDAR (U.D.): Sayın Başbuğ, liderlerin böyle davranmalarının nedenlerini anlatır mısınız?
İLKER BAŞBUĞ (İ.B.): Bunun dört temel nedeninin olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, lider, dünyaya ilişkin ham bilgileri anlamlandırarak incelemektedir. Ancak burada kritik olan nokta, liderin bu incelemede rasyonel davranışlardan ayrılarak, anlamaya veya incelemeye çalıştığı şeylerle, “önceden bildikleri” ya da “inandığı” şeyler arasında ortaklıklar arayarak, yani tanıdık ile tanıdık olmayanlar arasında bağlantılar arayarak, anlamlandırmaya ve çözümlemeye çalışmasıdır. Bu durumda lider, kendisinin daha önceden doğru olarak bildiği, kabullendiği veya inandığı noktaların pek dışına çıkmamaktadır. Çözümü bu çerçevede bulmaya yönelmektedir. Hele, “önceden bildikleri” veya “inandıkları” şeyler “ideolojik” temellere dayanıyorsa iş daha da karmaşık hale gelebilir.
U.D.: Bunu bir örnekle açabilir misiniz?
İ.B.: Mısır Devlet Başkanı Nasır, 1956 yılında Süveyş Kanalı’nı millileştirme kararı aldı. Britanyalı ve Fransız liderler hemen Nasır’ın “tıpkı Hitler gibi” olduğuna ve ona direnmek gerektiği sonucuna vardılar. Bu liderler, önceden yaşanan “Hitler’in yayılmacı ve saldırgan tutumunun” sonuçlarından hâlâ kendilerini kurtaramamışlardı. Oysa Nasır ile Hitler arasında bir ilişki kurmaları hiç de rasyonel bir karar değildi. Aldıkları müdahale kararı, iki Avrupa ülkesinin gücüne ve saygınlığına büyük zarar veren gereksiz bir savaşa neden olmuştu.
U.D.: İkinci nedeni de anlatır mısınız?
İ.B.: İnsan davranışlarının derininde yatan psikolojik korkular, arzular ve gereksinimler de insanları rasyonellikten uzaklaştırabilir. Burada liderler ile yanında çalışanlar arasındaki ilişki çok önemlidir. Eğer bu ilişki “korkuya” dayanıyorsa, liderin yanındakiler onun duymak istemediği şeyleri söylemekten korkarlar.
Örneğin I.Dünya Savaşı öncesi Alman diplomatlarının neredeyse tamamı, Alman Dışişleri Bakanı’nın duymak istemediği şeyleri rapor etmekten kaçınmışlardır. Bu korkuyla Almanya’nın Belçika’nın tarafsızlığını ihlal etmesi durumunda, Britanya’nın duruma müdahale etmeyeceğini raporlamışlardır. Oysa gerçek böyle olmamıştır. Tabii doğru bilgi ve değerlendirmelere sahip bulunmayan liderlerin doğru kararlar alabilmesi de beklenmemelidir.
U.D.: Üçüncü neden olarak da liderlerin tercihlerinin kişisel özelliklerinde, iyi bilinen nevroz ve psikozlar da olabileceğini yazmışsınız. Bunu da biraz açar mısınız?
İ.B.: ABD Başkanı Woodrow Wilson aşırı baskıcı bir babanın elinde büyüyen, travmatik çocukluk dönemi geçirmiş birisiydi.
Wilson’un bu kişisel özelliği onu, 1919 yılındaki Paris görüşmelerinde, uzlaşmadan kaçınmaya, muhalefete karşı tahammülsüz davranışlar içine girmeye ve her şeyi kontrol etme arzusu içine sokmuştu.
Burada şu noktayı da ifade etmek yerinde olur:
Tarihte yer almış liderlerin büyük bölümünün babaları ile olan ilişkileri pek olumlu değildir. Bu durum da onları daha acımasız bir duruma sürüklemektedir.
U.D.: Dördüncü nedene geldik.
İ.B.: Dördüncü neden üzerine yapılan çalışmalar gerçekten çok ilginç bir sonuç gösteriyor.
Soru şu: Liderler kazanma ya da kaybetme durumuyla karşı karşıya kaldıklarında, hangi durumda daha fazla risk alabilirler?
İlk bakışta, kazanma durumu doğru cevap gibi görülebilir.
Ancak, yaşanan örnekler, liderlerin kayıplardan kaçınmak için kazanç elde etmek istediklerinde olduğundan daha büyük riskler aldıklarını göstermektedir. Hele, liderlerin kaybedecekleri çok büyük ise alınan riskler de o derece büyük olabilmektedir.
Örneğin; ABD’nin Vietnam Savaşı’ndaki can kayıpları arttıkça, yenilgiyi kabullenme isteksizliği büyümüştü. Kaybedilecek bir dava için mücadele eden liderler sıklıkla, ancak kaynaklarını tükettiklerinde pes etmektedirler.
U:D.: Söyleşiyi şu soru ile bitirmek istiyorum. 21. yüzyılda liderlere ihtiyaç kalmadığı çok yerde yoğun biçimde düşünülmekte ve tartışılmakta. Bu konuya ilişkin görüşleriniz nelerdir?
İ.B.: Bu konuda acaba asıl gözden kaçan nokta, gerçekten toplumların artık liderlere ihtiyacı kalmadığı mıdır, yoksa yaşanılan koşullar altında 21. yüzyılda ortaya güçlü liderlerin çıkmamış olması mıdır?
21. yüzyılın ilk çeyreğinin son yılındayız. Dünyayı tehdit eden en büyük tehlike iklim değişikliğidir. İklim değişikliği ile mücadele için “uzun vadeli amaçlara odaklanan liderlere” ihtiyaç vardır. Bu neden bile tek başına 21. yüzyılda güçlü liderlere olan ihtiyacı ortaya koymaktadır.
Sayın Dündar; ortada bir gerçek var:
Barışın hüküm sürmediği, çatışmaların devam ettiği, iklim değişikliği tehdidinin giderek arttığı, toplumların sömürüldüğü, dünya milletlerinin refah seviyelerinin istenilen seviyeye ulaştırılmadığı, kurumların değer kaybederek zayıfladığı bir dünyada; milletlerin, bu sorunlara çözüm aramaya kendisini adamış; kendisini günlük politika girdabından kurtarabilen, cesur liderlere ihtiyacı vardır.