“Hayaldi gerçek oldu” kapsamında, rüyamızda bile görsek inanamayacağımız gelişmeler yaşanıyor... PKK’lılar askere alınacak!
★
AKP’nin Kızılcahamam kampında Terörsüz Türkiye oturumu yapıldı, sayın milletvekillerimiz merak etti, “PKK kendini feshedince, silah bırakan ve askerlik çağına gelmiş olan PKK’lılar ne olacak” diye sordular, milli savunma bakanımız Yaşar Güler izah etti, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan örgüt üyeleri, eğer herhangi bir eyleme katılmamışlarsa, askerlik görevlerini de yapmamışlarsa, askere alınırlar, askerlik yaparlar” dedi, sayın medyamız da bu müjdeli (!) haberi adeta davul zurnayla duyurdu.
★
Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyen teğmenleri ordudan attılar, PKK’lıları askere alacaklar.
★
“Hayaldi gerçek oldu” kapsamında, gerçekten merak ediyor insan... Mesela parası olan PKK’lılar parayı bastırıp bedelli askerlikten faydalanabilecek mi? Vatani görevlerini tamamladıktan sonra tezkere bırakan PKK’lılar maaş karşılığında sözleşmeli er olabilecek mi? Lise mezunu teröristler, kamu personeli seçme sınavı KPSS’ye girip, uzman çavuş olabilecek mi? Kınalı kuzular mı diyeceğiz PKK’lılara?
★
Şimdi herkes altını çizerek okusun lütfen, Türkiye’ye unutturmaya çalıştıkları ürpertici tehlikeyi hatırlatayım... 1992 yılıydı. Terörle mücadelenin en şiddetli dönemiydi, Taşdelen, Üzümlü, Alan, Aktütün, bölücü örgüt habire karakol basıyordu, sel gibi şehit tabutu geliyordu, Irak’taki kamplarından gelip, asfaltta yol kesip, otobüsleri durduruyor, sivilleri katlediyorlardı, korucu köylerini basıyorlardı, bunlara karşı sınırötesi harekatlar yapmak için Özel Kuvvetler Komutanlığı o yıl kurulmuştu.
İşte bu duman tüten atmosferde, 4 Kasım 1992, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Üçüncü Kolordu Komutanı Korgeneral Hikmet Köksal, İstanbul’da, Hasdal’da, zırhlı tugayı denetliyordu.
Kışlayı gezdiler, kısa bir brifing aldılar, saat 12.30 civarı olmuştu, genelkurmay başkanı öğle yemeğinin hazır olup olmadığını sordu, komutanlar için tugay gazinosunda yemek hazırlandığını söylediler, ama, genelkurmay başkanı “er yemekhanesinde erlerle birlikte yiyelim” dedi, hep birlikte karavana yediler, yemekten sonra tugay komutanının makam odasına geçtiler.
Genelkurmay başkanı, kara kuvvetleri komutanı ve birinci ordu komutanı Türk kahvesi istedi, üçüncü kolordu komutanı çay istedi, on dakika sonra kahveler çaylar ikram edildi, hiyerarşi nezaketi gereği genelkurmay başkanının ilk yudumu alması beklendi, şöyle bir dudaklarını değdirdi, “tadı tuhaf bi acı” dedi, “komutan kahvesi diye kahveyi dolduruyorlar, ondan böyle oluyor herhalde” dedi, kara kuvvetleri komutanı bu sözler üzerine şüphelendi, kahveyi kokladı, “normal değil bu, kahve değil, sakın içmeyin” dedi, tugay komutanı anında dışarı fırladı, mutfağın derhal enterne edilmesi emrini verdi, giriş çıkışları durdurun diye bağırdı.
Kahvelerin iki garson er tarafından pişirildiği, hatta birinin bizzat servis ettiği, bu erlerin Mustafa Akın ve Mehmet Saka olduğu tespit edildi. Koşuşturmaca başladı, şüpheli erlerin sırra kadem bastığı anlaşıldı, Peşlerine düşüldü, meğer, kahveleri hazırlayıp servis ettikten hemen sonra koşa koşa nizamiyeye geldikleri, kendilerini durduran nöbetçilere “komutanlara kahve ikram etmek için Sakarya kışlasından acele fincan getireceğiz” dedikleri, nizamiyeden çıktıkları, yolda durdurdukları -veya kendilerini bekleyen- bir otomobile binerek, Tekirdağ yönüne gittikleri belirlendi. Suikast şüphesi artık şüphe olmaktan çıkmıştı, neredeyse somut hale gelmişti.
Suikast girişimini delillendirmek üzere, söz konusu kahveler fincanlarıyla ve cezvesiyle birlikte derhal Adli Tıp Kurumu’na gönderildi, GATA’ya gönderildi, çapraz teyitler almak üzere hassas tahlil laboratuvarları olan özel hastanelere gönderildi. Ve evet... Adli Tıp Kurumu müdürü Profesör Sevil Atasoy imzalı rapora göre, numuneler fareler üzerinde denenmişti, öldürücü etkiye sahipti, siyanür’dü.
Bunun üzerine, komutanlar için tugay gazinosunda özel olarak hazırlanan, ancak, komutanlar er karavanasından yediği için tüketilmeyen yemeklerden de numuneler alındı, Hıfzısıhha’ya gönderildi, evet, Sağlık Bakanlığı’nın çok gizli acil raporuna göre, çorbanın yanında servis edilecek olan limon suyunda ve zeytinyağında siyanür bulgusu vardı. Komutanlar çorbayı içmeyince, kahveye siyanür koymuşlardı.
★
(Aslına bakarsanız, bu suikast girişiminden, buraya kadar anlattıklarımdan Türkiye’de kimsenin haberi yoktu, tesadüfe bakın ki, değerli arkadaşım Korcan Karar tam o gün, gazeteden izin almıştı, Dinç Bilgin’in Sabah gazetesinde çalışıyordu, rahmetli anneciğini hastaneye götürmüştü, Florence Nightingale Hastanesi’nde tahlil yaptıracaklardı, laboratuvar bölümünde sıra bekliyorlardı. Rütbeli subayların koridorlarda telaşla koşuşturduğunu gördü, askeri hastaneler varken niye özel hastanenin tahlil laboratuvarına gelmiş olduklarını merak etti, kurcaladı, hemşirelerle konuştu, laborantlarla konuştu, üst düzey bir komutanın zehirlenmek istendiğini, kahve numunesinin tahlil için getirildiğini öğrendi. -Haber kavramı böyle bi şeydir, herkes gazetecilerin haber kovaladığını zanneder, halbuki aslında, haber hak eden gazeteciyi kovalar.- Annesini hemen taksiye bindirdi, ne olduğunu anlayamayan kadıncağızı eve gönderdi, daldı hastaneye geri, alttan girdi üstten çıktı, bıktırıncaya kadar subayların ağzını aradı, sıkıştırdı, genelkurmay başkanı Doğan Güreş’in kahvesine siyanür konulduğunu öğrendi. Kulaklarına inanamıyordu. Duyması yetmiyordu tabii, belge lazımdı, belgeyi elbette alamadı ama, kahve numunesinde siyanür bulunduğunu kanıtlayan tahlil raporunu bizzat gözleriyle gördü. Uçarcasına gazeteye gitti, oturdu yazdı, yazıişleri yönetimi Korcan’ın gazetecilik liyakatından emindi ama, böylesine bir haberi manşet yapmak, hassas ötesi bir durumdu, gazetenin Ankara bürosunu bilgilendirdiler, Ankara bürosu genelkurmayı kurcaladı, eyvah, yok öyle bir şey diyorlardı, kesin bir dille yalanlıyorlardı, hatta, yalan haber yayınlarsanız sizin için tatsız sonuçları olur filan diyerek, aba altında sopa gösteriyorlardı. Korcan ise emindi, kararlıydı, gözlerimle gördüm diyordu. Gazete yönetimi düşündü taşındı, Korcan’ın haberinin arkasında durmaya karar verdiler, olabilecekleri göze alarak, dokuz sütuna avize gibi manşet yaptılar. Genelkurmay Başkanı’na Zehirli Kahve... Bu başlıkla manşet patladı. Tarihti bir ilkti, Türkiye ayağa kalktı... Genelkurmay resmi açıklama yapmadı ama, fellik fellik genelkurmaya telefon eden gazetelerin Ankara temsilcilerine “doğru değil” diyorlardı, “böyle bir hadise yaşanmadı” diyorlardı. Mesleki kıskançlıklar devreye girdi, rakip gazeteler Sabah gazetesini ve Korcan Karar’ı adeta hedef tahtasına koydu, hayatımda tanıdığım en namuslu gazetecilerden biri olan, meslek ahlakını daima her şeyin üstünde tutan Korcan, bir hafta boyunca linç edildi, yalan haber yapmakla suçlandı, genelkurmaya iftira atmakla suçlandı, terörle mücadeleye zarar vermekle bile suçlandı, meslekten atılması gerektiği filan yazıldı. Bir hafta böyle geçti... Bir haftanın sonunda, genelkurmay başkanlığı resmi yazılı açıklama yaptı, devletin haber ajansı Anadolu Ajansı da tüm Türkiye’ye duyurdu, Korcan Karar’ın haberi kelimesi kelimesine doğruydu, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu ve Birinci Ordu Komutanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, PKK bağlantılı garson erler tarafından, siyanürlü kahveyle öldürülmek istenmişti. Tarihimiz boyunca ilk kez şahit olduğumuz bu düzeydeki suikast girişimi, varlığıyla onur duyduğum arkadaşım Korcan Karar’ın cesareti ve liyakatı sayesinde toplum tarafından öğrenilmişti. Meslekten atılsın denilen Korcan, yılın gazetecisi seçildi.)
★
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hem genelkurmay başkanı, hem kara kuvvetleri komutanı, hem de birinci ordu komutanı, aynı anda, toplu halde öldürülmekten kılpayı kurtulmuşlardı... Askeri istihbaratın yanısıra Milli İstihbarat Teşkilatı devreye sokuldu.
Kahveye siyanürü koyan ve firar eden garson erlerin, Kahramanmaraşlı Mustafa Akın ve Batmanlı Mehmet Saka’nın, şahsi eşyaları incelendi, telefon numaralarını kaydettikleri not defterlerinde 250’ye yakın adres ve isim vardı, iz sürüldü, hepsi aynı kapıya çıktı, PKK mensubu oldukları tespit edildi. Hatta Mehmet Saka’nın dört kardeşinin PKK’ya yardım ve yataklıktan yakalanıp hapis yattıkları tespit edildi. Mustafa Saka’nın ise soygun ve gasp suçundan sabıkalı olduğu, dokuz yıl hapis yattığı, hapisten çıktıktan sonra silah altına alındığı tespit edildi. Bu dehşet verici sicillerine rağmen, belki kasıt, belki ihmal neticesinde, zırhlı tugayda, komutanların mutfağında görevlendirilmişlerdi.
İstanbul ve Tekirdağ başta olmak üzere, Türkiye genelinde arama faaliyeti yürütüldü, ancak, bir türlü yakalanamadılar, muhtemelen Yunanistan’a geçmişlerdi. Soruşturma derinleştirildi, bu suikast eyleminin Murat Karayılan’ın talimatıyla ve bizzat Murat Karayılan’ın organizasyonuyla gerçekleştirildiği belirlendi, Murat Karayılan o sırada örgütün Avrupa sorumlusuydu.
Aradan iki yıl geçti, suikast girişimini gerçekleştiren garson erlerden Mustafa Akın, 1993 yılında, Gaziantep kırsalında bölücü örgütle çıkan bir çatışmada öldürüldü.
Mehmet Saka ise, 33 yıl geçti, hala yakalanamadı.
★
(Bugün çıkıp sanki gayet normal bir şeyden bahsediyormuş gibi “silah bırakan PKK’lılar askere alınacak” diyen milli savunma bakanımız Yaşar Güler, siyanürlü kahve suikastının yaşandığı 1992 yılında Silopi’de tabur komutanıydı.)
★
Silahı bırakırlar bırakmasına ama, cezveyi bırakırlar mı, orasını iyi düşünmek lazım!